Forma ve Tohum

George Tooker, Devlet Dairesi 1956

Kapıda bekliyorum Zayhar’ı. Başka çaremiz kalmadığını söyledi dün gece.

İç savaş bitip, Özgürlükçüler kaybettikten sonra olabilecek en ağır yarayı aldığımızı düşünmüştüm. İdam mangaları, işkence tezgâhları ve en iyi ihtimalle hapis bizi bekliyor olacaktı.

Önümden kırmızı eşarbıyla Tektipçilerden bir parti üyesi geçiyor, zoraki gülümsemesiyle bıyıkları yeni terleyen delikanlıya, “Mehlamut asker!” diyerek selam veriyor. “Mehlamut asker! Günün iyi olsun!”

Mehlamut…” Hümhürcede öğrendiğim ilk sözcüktü. Çocukken, komşum Tembar Sekkan, yarı Hümhürce yarı Sumgince şarkılar söyler, bilmediğim sözcüklerin anlamlarını da bana öğretirdi: “Mehlamut: İyi günler demektir Balikal… Mehlafele: İyi geceler demektir. Muttefu güneş demektir Balikal… Hani şarkıda diyor ya, Muttefu ah Muttefu…”

Aklım Tembar’a takılıyor, acaba o da bu kapıdan girdi mi? Neden girsin ki, o bir Hümhür. Bense Sumginim. Aslında onlardan da bu kapıdan girenler oldu…

Belki de hemen burayı terk etmeliyim. Bir tane tavkuk tohumu yutup uyumalı ve bir daha asla uyanmamalıyım. Yutmak eylemini düşündüğümde gırtlağım acıyor. Duru sudan başka bir şey geçmedi boğazımdan otuz altı saattir. Ellerimi pantolonumun cebine götürüp, orada duran kâğıt parçasıyla oynuyorum. Özgürlükçülerin yazdığı savaş sonrası bildirilerinden birisi. Tektipçi inzibatlarının evlere girmesi halinde yapılacakların yazılı olduğu metni… Oysa asla kapılar kırılmadı. Asla Tektip Parti üniforması giyinmeyen bizler tutuklanmadık. Raleyli devrimcilerden uzun uzadıya dinlediğimiz işkenceleri de yaşamadık. İdamlar da olmadı. Hatta sivil parlamento kurulup, kâğıt üzerinde cunta şiddetle reddedilince ve kısa sürede demokrasi yönetim tavrı olarak seçilince hepimiz burunlarımızı saklandığımız yerlerden dışarı çıkarttık.

Sağlık, eğitim ve iş imkânlarından faydalanmak için yalnızca Tektip Partisinin üniformasını giyinmemiz şart koşulmuştu, hepsi bu… Yalnız, savaş esnasında olduğu gibi her köşe başında kurulmuş kooperatiflerde imzayı bastırana verilmiyordu artık bu formalar. Onları alabilmek için karşılığını ödememiz gerekiyordu. Beş koca sene boyunca bakışlarımızı kiralayacaktık hükümete… Yalnızca küçük, yuvarlak deliklerden dünyayı göreceğimiz kulübelerde oturmamızın karşılığı, girişte bizlere verdikleri formalar ve pardösülere tamamen sahip olabilecekti. Onlar, yalnızca kumaş, düğme, fermuar ve kauçuk nesneler değillerdi. Onlar görünmez kapıların anahtarlarıydı. Ama ilk başlarda ‘bedava verseler de giyinmeyiz…’ diyorduk.

Kapı açılıp kapanıyor… Göz ucuyla içeri bakıyorum. Bitimsiz bir koridor burası… Upuzun bir kuyruk var içeride. Kuyruktan çıkma kuyruğu bu. Girişte iki giyim kabini… İçeri girer girmez bize ait olan giysiler yakılmak üzere alınacak ve karşılığında ekmek, kitap ve ilaç alabileceğimiz formalarımız verilecek.

Önceleri yeniden birleşip örgütlenebilir ve hükümetle forma karşılığı hizmet fikrini yıkmak konusunda uzlaşabiliriz sanmıştık. Bu süre zarfında bahçelerimizde yetiştirdiklerimizi yiyecek, hastalarımızı kendi yöntemlerimizle tedavi edecek ve eğer temel ihtiyaçlarımızı karşılama konusunda başarılı olabilirsek çocuklarımızı kendi imkânlarımızla eğitecektik. Oysa hükümet bunun tartışma dışı olduğunu söyleyerek konuyu kestirip attı. Ancak D.D’den forma edinebileceğimizi, bakışlarımızı kiralarsak bunun mümkün olduğunu söyledi. Beş yıl, doğru dürüst yaşamak için gözden çıkartılabilirdi. Bakışlar… Önce gözden çıkartmamızı istedikleri buydu.

Bahçelerimizde yetiştirdiklerimizle iyi idare ettik. Ancak bir süre sonra, bahçelerde sebze meyve yetiştirmenin yasak olmasa da meşru kılınabilmesi adına belgelendirilmesi gerektiği söylendi. Belgeler, forması olmayanlara verilmiyordu. Biz de aylarca çuvalların içine tıkıştırdığımız toprakta patates ve diğer kök bitkilerden büyüterek durumu kotardık. Bu defa da çocuklarda yetersiz beslenmekten ötürü Belebeş Humması baş gösterdi. Evlatlarının bu durumuna dayanamayan anneler, şimdi önünde beklediğim kapıdan ilk girenler oldu. Ancak içine düşürüldükleri tuzağın utancıyla tavkuk tohumu yutarak intihar edenler de azımsanamazdı.

Raley Şerte yanımdan geçiyor, bildiri metinlerini kaleme alan kişi… Tanımazdan geliyor beni. Üzerindeki boz pardösünün yakalarını siper ediyor yüzüne. D.D’nin kapısının hemen üzerine yerleştirilmiş hoparlörden patlarcasına mola vaktini imleyen marş yükseliyor: Sıçrıyor kaplan/ Alevler arasından/ Tektip cephesi/ Hümhür’ün yarısından… Marşı duyar duymaz yerine mıhlanıp, ağzını hareket ettiriyor. Belli ki, inzibatlara karşı söylermiş gibi yapıyor. Marş susunca içeri geçiyor.

Zayhar’ı sokağın başında görüyorum. Nerede kaldığını soruyorum. Kapı yeniden açılıp kapandığında molaya rağmen kalabalığından bir şey yitirmeyen koridora kayıyor gözümüz. Dudaklarımdan öpüyor. Ağzı kireç kesmiş. Kapıdan içeri girmeden önce tutuyor elimi, durmamı söylüyor. Pantolonunun cebine götürüyor diğer elini. İki küçük mor çekirdek çıkartıyor. Bunlar tavkuk tohumu… Açılıp kapanan kapının rüzgârında saçları savruluyor. Yeniden bakıyoruz içeri. Küçük cam oyuklardan görünen birörnek, ifadesiz suratlarda dolanıyor bakışlarımız. “Hadi” diyorum, “Evimize gidelim. Uyumaya… Mehlafele sevgilim, Mehlafele…


“Forma ve Tohum” için bir cevap

  1. Basit bir Yorum- Mükemmel,Akıcı ve Güzel
    zaman buldukça hepsini okuyacağım..Teşekkürler

Yorum bırakın