Önce sadece ve sürekli seyahat ettiğinizi sanırsınız. İçinde soluk alıp verdiğiniz coğrafyayı değiştirmek, serüven gibi gelir. Farklı yerler görmek, yeni insanlar tanımak, bilmediğiniz geleneklere şahit olmak heyecan verir.
Sonra, elinizdeki izi fark edersiniz. O iz, bir valize aittir.
Valiz kadar belirgin bir “gidiş” metaforu daha yoktur.
İçinde taşıdığınız, gittikçe ağırlaşan bir aidiyet arayışıdır.
Coğrafya size bütünlüğünüzü değil, parçalanmışlığınızı anlatmaya başlar. Serüven, sürüklenmelere dönüşür, terk etmek içinize işler, her şey “gitmekle” ilgilidir, hiç olmadığı kadar. Varmak, geride bırakmak, özlemek gibi hareket eden fiiller sizin fiillerinizdir bundan böyle.
İklimler şekillendirebilir bir duyguyu. Kentlerin zerrelerine dek nüfuz eden şifreler, üzerinize yağar, etinizde, ruhunuzda erir.
Binalardan, sokaklardan, sofralardan geçmek; bir kentten geçmenin sadece küçük kısmıdır. Orada kalmak –öylece kalmak gerekir bazen ait olabilmek için… Sizin kente kattığınız o hareketin dışında, onun size getireceklerini ancak kalarak bekleyebilir, kalarak bilebilirsiniz.
Bir göçebeye nasip olmayan işte budur. Göçebe, kent ile ayaküstü söyleşir… Oysa, kente dair hakikatler bir anda dökülüvermez ağızdan. Zaman gerekir…
Yer, kalanların öykülerini hiç “kalamamış” olanlar için anlatmaktadır. Ait olma öykülerini, ait olamayanlar için…
Bir kentten umulandır, Yer.
İnsanın kente koşması değil, kentin insana varmasıdır,
Kişinin mekân ile hasbıhalidir…
***
Yer ile ilgili kısa notlar…
1. Kitapta yer alacak her öyküye, Zehra Pektaş Böge’nin fotoğrafları eşlik edecek
2. Yer’in yeniden-okuması, değerlendirilmesi, düzeltisi Emre Dursun tarafından yapıldı.
3. Değişik anlatım usülleri kullanılan on altı öykü, altı bölümde sunuluyor.
4. Kapak tasarımı Ahu Özgen’e ait.